5 Ocak 2011 Çarşamba

BARCELONA - II by NİLAY GİRAY

Tapaslarıyla meşhur Barcelona`da en son Tapas 24 adlı mekanda bırakmıştım siz okurlarla paylaşımımı. Barcelona’da yeme ve içme denince akla gelen en önemli faktörlerden biri de deniz mahsulleri olmalı. Güneşli bir Barcelona gününe merhaba derken otelde kahvaltımızı alıp düştük yollara yine. İstanbul‘un İstiklal caddesi ayarındaki La Ramblas caddesi üzerinde Royal Ramblas otelinden ayrılırken bir dahaki gelişimizde yine bu oteli tercih edeceğimizi biliyordum artık. Plaça Catalunya’ya yakınlığı , metro istasyonunun dibinde olması , sahile yakınlığı ve Old City’nin hemen yakınında olması nedeniyle Royal Ramblas’ı Barcelona’ya gidecek olanlara şiddetle tavsiye ediyorum.
Barcelona‘ya gelmişken limana inip ünlü Christoph Colomb heykelini görmeden ve bir resim çektirmeden olmaz. Heykelin hemen karşısında Port Velle’i göreceksiniz. Burada vapur sefası yapmadan , Barcelona kıyılarını görmeden , vapurda akordeon tınıları eşliğinde keyif yapmadan olmaz. 

Ve tabii ki Mare Magnum! Deniz kıyısında çok  büyük olmayan ama ihtiva ettiği markalarla alışveriş ihtiyacınızı temin edebileceğiniz , günün yorgunluğunu Starbucks’ta bir kahve keyfiyle ve şirin cafelerinde sangria içerek atabileceğiniz bir alışveriş merkezi. Pazar günleri koca Barcelona’da açık nadir mekanlardan. Havanın günlük güneşlik ve sıcak olması da işimize yaradı ve Mare Magnum’da harika bir gün geçirdik. Tam 4 saatlik liman keyfinden sonra istikamet L`aquarium-Barcelona. Tüm deniz canlılarını seyrederken büyüleniyor , fotoğraflar çekiyoruz. Benim favorim deniz atıJ Çıkışta resmimizi de alıyor ve acıkan karınlarımıza muhteşem bir ziyafet çekmek üzere Port Olympic’in yolunu tutuyoruz. Barcelona’da taksi çok ucuz. Her ne kadar metroda temin ettiğimiz T-10 biletleri 6 günlük gezimizde her yere kolaylıkla ulaşmamızı sağladıysa da bir de taksi tecrübesi edinmek istiyoruz.



Geleneksel İspanyolların tersine taksi şoförü İngilizce biliyor. Şaşkınlığımızı üzerimizden atıyor ve koyu bir sohbete dalıyoruz taksi şoförü amcayla. Bize Port Olympic’te en meşhur deniz mahsülleri restoranının Barca Del Salamanca olduğunu söylüyor ve şiddetle tavsiye ediyor. Bıyık altından gülüyorum çünkü daha Barcelona’ya adım atmadan Türkiye’de online rezervasyonumuzu yaptırmışım bu şirin restorana. Ve nihayet Port Olympic. Eşsiz bir manzara. Büyük bir liman , yatlar , sağlı sollu cafeler ve restoranlar , uçuşan martılar… Rüyada gibiyim. Barca del Salamanca bütçenizi zorlamayacak , en güzel paellaları yiyebileceğiniz , cavasına hayran olacağınız bir restoran. İçerideki ayaklı şömine , duvarlardaki şirin tablolar , masaların üstüne attıkları örtüler ve dekor insanın içini ısıtıyor. Garsonumuza yaydığım enerji tüm akşam muhteşem bir servis , ilgi ve alakayla karşılaşmamıza sebep oluyor. Masaya önce cava , domatesli ekmek ve zeytin geliyor. Zeytin lezzetsiz. Memleketimin canım zeytinleri ile kıyaslanamaz bile.Domatesli ekmek bana göre lezzetli bir tapas değil. Ama ardından gelen yeşil küçük kızarmış biberler kendimden geçmeme neden oluyor. Bütün bir tabağı şaşkın bakışlar karşısında silip süpürüyorum. Sırada lobster grill var. Hayatımda yediğim en leziz istakozlar… Ve finalde deniz ürünleri paella. Biraz tuzlu olmasına rağmen içinde bir tek babamın eksik olduğu bu şahane yemeği tadını çıkararak yiyoruz. Kahve ve tatlılara sıra geldiğinde çatlamak üzere olduğumuz halde cavaların rehavetini üzerimizden atmak üzere garsonumuzun ikramını kıramıyor ve bu ikramı da alıyoruz. Otele vardığımızda kırmızı başlıklı kız masalında babaanne kılığına girip babaanneyi yutan kurt gibiyim. Bir yanda cavaların kahveye rağmen ayıltamadığı rehavet hali , bir yanda şişmiş midelerimiz ve yorgun bünyelerimiz , bizi direkt yatağa yönlendiriyor.
                      








Ertesi gün istikamet Cafe Zurich. Otel konaklamamıza kahvaltı dahil değil. Buna rağmen sabahları kahvaltımızı otelde aldık. Ama bugün farklı bir lezzet noktası keşfedelim diyoruz ve otelimizin hemen yakınında Plaça Catalunya’da  Cafe Zurich’e atıyoruz kendimizi. Filtre kahve ve sandviç iyi geliyor.

Karınlar da doyduğuna göre Bus touristic’le yorulmadan şehri baştan sona keşfedebiliriz. Tüm gezi boyunca kulağımızda kulaklıklarımız rehberimizi dinlerken , elimizde kameralar bir yandan da fotoğraf çekiyoruz. Meşhur Barca stadyumu Nou Camp , üniversiteler bölgesi , Tibidabo tren istasyonu dahil her yere gidiyoruz. Aklım Tibidabo’da kalıyor ama zaman az ve akşam olmak üzere. Son gecemizden bir önceki gecede bu kez Hard Rock Cafe’ye gidiyoruz. Kapıdaki güzel kızlara isminizi yazdırmanız ve 10 dakika kadar beklemeniz yeterli. Tüm günün yorgunluğunu güzel bir kokteylle ve fajitas’la taçlandırmak istiyorum. Hurricane kokteylle gelen bardak hediye. Çocuklar gibi seviniyorum çünkü yıllardır tüm yurt dışı seyahatlerimde gittiğim yerlerde Hard Rock bardaklarını toplamak gibi bir alışkanlığım var. Yemek öncesi aperatifimiz , İspanyolca deyişle tapasımız Nachos! Cips , eritilmiş cheddar peynir , Meksika fasulyesi , avokado ve domates sosla kombine edilmiş bu ara sıcak benim vazgeçilmezimdir. Hard Rock Barcelona’daki de oldukça lezzetliydi. Ve nihayet fajita! Yediğim combo fajitas olağanüstü. Karides tavuk ve et karışımı yemek , tortilla ekmekleri ( bildiğimiz yufka ekmeği) ve soslarla masamıza geliyor. Meksika mutfağının en meşhur yemeği olan fajitas’ı Ankara’da maalesef çok iyi yapabilen bir restorana şimdiye dek rastlamadım….Fajitas’ın yanı sıra istediğimiz iyi pişmiş Newyork Steak ve mash patatoes ( patates püresi) fajitas kadar lezzetli değil ama idare eder. Restorandan çıkmadan oğlum için Hard Rock Cafe t-shirtlerinden alıp oradan ayrılıyoruz.



Ve son gün… Tarihi yerler , müzeler , kiliseler gezildi.Ama aklımda kalan son bir yer daha var. Chocolate museum. El Triumph anıtının hemen yakınındaki müzeye kahvaltı sonrası yollanıyoruz. Güzergahtaki El Triumph anıtını da fotoğrafladıktan sonra çikolata müzesinde çikolatadan yapılmış biletlerimizi de alıyor ve müzeyi geziyoruz. Bir yandan çikolata biletleri keyifle yerken , öte yandan çikolatadan yapılmış eserleri incelemek gerçekten çok zevkli. Müze gezisi bittikten sonra bu kez istikamet Old City. Dar sokaklardan geçerken bambaşka bir dünyada hissediyorum kendimi. Tarihi apartmanların eski ve salaş görüntüsü , balkonlardan sarkan çamaşırlar , sokak kedileri ve daracık sokakları arşınlayan turist kafileleri renkli bir cümbüş havası veriyor Old City’ye. Meşhur Barcelona çeşmesi de Old City’de. Rivayete göre çeşmeden bir kez su içen bir daha gelirmiş Barcelona’ya. Ben kana kana içiyorumJ






Ve ardından kendimizi yol üzerindeki Picasso’nun cafesine atıyoruz , 4 Cats. Picasso ve arkadaşlarının gençliğinde pek çok kez uğradıkları bu cafede latte ve profiterol keyfi yaptıktan sonra resim çekmeyi de ihmal etmiyor ve vedalaşıyorum Picasso ile. Yol üstünde harika tapas barlar var. İşte birkaç tanesinin resmi . Kendimizi içeri atmamak için zor tutuyoruz ama daha görülecek yerler var. Hevesimizi daha sonraya saklıyoruz. Yeni durağımız Santa Maria Del Mar kilisesi. Kilise ve meydanın resimlerini çekip inceledikten sonra dondurma krizimiz tutuyor ve meşhur Farggi’ye dalıyoruz. Bir yandan şehrin tarihi dokusuyla bütünleşen cıvıl cıvıl insanları seyrediyor , bir yandan da akşam için Bask mutfağını test etmek üzere planlar yapıyoruz. . Gideceğimiz lokantanın adı Orio.

                                       



Midemizi ve ayaklarımızı dinlendirmek üzere otele birkaç saatliğine dönüş yapıyor ve akşam Orio’yu bulmak üzere yola çıkıyoruz. Acaba restoranı bulabilecek miyiz? Old City’de dar ve birbiriyle ilintili sokaklar insanı şaşkına çeviriyor. Ama sevgili okurlar gözlemci yazarınız ben , elimle koymuş gibi buluyorum Orio'yuJ  Çünkü bana göre bir şehri keşfetmek demek o şehirle bütünleşmek demek. Turistik geziler yaparken  ülkeleri sade bir gezginin gözüyle değil orada yaşayan bir şehirli gibi keşfetmek lazım. Orio’da yediğimiz çeşit çeşit minik kanepeler ( havyarlı,zeytinli,peynirli, ve domuzlu) aklımızı başımızdan alıyor. Yediğiniz kanepelerin sayısı  kanepelerin üzerinde bulunan kürdanlara göre hesaplanıyor. Sakın kürdanları atmayın , garsona mahçup olmak var işin içinde…

Kahve ve tatlı için sıra Cafe de l'Opera'da. Ramblas caddesi üzerinde muhteşem bir patisserie. Dekor , ambians ve garsonların misafirperverliği harika.
Tahmin ettiğiniz üzere 6 günlük Barcelona gezimizde hem yedim , hem  içtim , hem kilo aldım ve çatladım , hem de harika vakit geçirdim. Bu şehre doyamadım.. Gelecek yıllarda bir yaz mutlaka yeniden gitmek ve bu kez yakın adaları keşfetmek istiyorum. İbiza ve Mallorca gemi ile sadece 3.5 saatJ Sevgili okurlar Barcelona’yı görmeden yaşamış sayılmazsınız. İmkanı olan herkese bu büyülü şehri görmesini tavsiye ederek yazımı burada sonlandırıyorum. Bir başka gezide Sevgili Oburcan’ın blogunda yine görüşmek üzereJ 

8 yorum:

Nilly dedi ki...

Güzel olmuş,yine gidesim geldi:-))

Oburcan dedi ki...

Barcelona tamamdır.Yeni hedef Fransa veya İtalya olmalı bence :)

Nilly dedi ki...

Cingue del Terre kıyıları mesela..İşi,gücü ve sorumlulukları bırakıp paso gez ve yaz olmalı hayat aslında:-)

todor dedi ki...

bro
süper olmuş yazı.
eline sağlık.

Oburcan dedi ki...

Todor,
Senden de bir yazi bekliyoruz artik :))

Nilly dedi ki...

Varol bro, elimden geleni yaptım:-))

todor dedi ki...

eee ne oldu?
ses seda yok, malzeme mi bitti????

Oburcan dedi ki...

Bitmedi ama isler yogun, yazamiyorum. Yarin, umarim!

ShareThis

Related Posts with Thumbnails